soylesi.gif (2588 bytes)

crunchRÖPORTAJI

Crunch adına sorularımızı TOLGA Cevapladı.

Grubun kuruluşu, bugüne kadar yaptıkları, türü ve elemanları hakkında biraz bilgi verir misin? Etkilendiğiniz, sevdiğiniz gruplar hangileri?

Crunch, 95 kışında kuruldu. Aslında sıfırdan inşa edilmiş bir grup değil. Orkun ile ben zaten 91 yılından beri aynı gruplarda hardcore yapıyorduk (Violent Pop, Turmoil, Regorge, yan projeler: Coca Cola Is My God, Tokyo 2000…) Regorge’da şu anki basçı Enis de vardı. Black Flag, Articles Of Faith tarzı 80’s hardcore yapıyorduk. Birkaç konser verdik, yaklaşık bir yıl sonra da grup müziğinin bizi “kesmediğini“ anladık, yeni bir basçıyla birlikte Crunch’ı kurmaya karar verdik. 96 Ekim ayında Mastic Scum’la olan konserimizden sonra basçımız Bülent gruptan ayrıldı ve Enis’i tekrar aramıza kattık. Dokuz aydan beri de, albüm üzerinde çalışıyorduk.

Bugüne kadar Crunch olarak konserler ve bu albüm dışında başka bir faaliyetimiz olmadı.

Crunch genel anlamda bir hardcore grubu, fakat sanırım müziğimizi, daha doğrusu bir hardcore grubunu tanımlamak için “hardcore grubu” demek yetmiyor. Çünkü hardcore ülkeden ülkeye (Japan Hardcore, Scandi Hardcore…), hatta şehirden şehire (NY Hardcore, DC Hardcore) değişen kendine has özgünlüğü olan bir müzik türü. Bu bağlamda Crunch müziğini salt hardcore kalıplarına sokamasak da özellikle Amerikan hardcore’undan, 88 NYHC’undan ve Dischord gruplarından etkiler taşımakta. Fakat şarkı düzenleri açısından bu tarz hardcore gruplarına nazaran daha kompleks bir yapıya sahip.

Grup üç kişiden oluşuyor: Enis (bas-21), Orkun (davul-20) ve ben, Tolga (gitar/vokal-21) Üçümüz de üniversite öğrencisiyiz.

Hardcore olarak üçümüzün de sevdiği ortak gruplar Born Against, Citizens Arrest ve No Comment. Müziğimizde de bu grupların etkileri oldukça çok. Hepimizin 8-9 yıllık bir hardcore, punk temeli olsa da, bu üç grup dışında etkilendiğimiz, dinlediğimiz, sevdiğimiz gruplar, müzikler oldukça farklı. Fakat bunu “geniş bir müzik yelpazesine sahip olduğumuzu” söylemek için söylemiyorum. Yaptığı müzikte hiçbir orijinallik, özgünlük olmayan insanların çıkıpta “biz aslında çok farklı şeyler dinliyoruz” deyip de aklı sıra “farklı”, müzikal anlamda “aşmış” görünmek gibi bir niyetimiz yok! Enis, Morphine, Nick Cave gibi benim için tahammül ötesi sayılabilecek şeyler dinliyor. Orkun new wave, electronic, post punk dinliyor (New Order, Depeche Mode, The Cure gibi) Bense Çağdaş Türk, Kürt Halk Müziği dinliyorum (Kızılırmak’tan Erol Parlak’a, Gezal U Delal’den Şehriban Kurdi’ye kadar herşey…) Birbirleriyle uyuşmayacak, uzlaşamayacak, ortak bir noktada birleşemeyecek müzikler dinlesekte, içinde yaşadığımız barut ve kan kokusunun hiç geçmediği, acıların ve gözyaşlarının hiç dinmediği bu ülkede olup biten tüm olaylara, haksızlıklara…kısacası sisteme olan ortak öfke ve nefretimizin bizi birleştirdiğine ve Crunch’ın da, bizi birleştiren bu noktanın müziğe yansıması olduğunu düşünüyorum. Crunch müziğindeki hız, sertlik, gürültü, kaotik yapı kesinlikle bir müzik tarzının gereklilikleri değil. Bunlar tamamen mücadeleci, direnişçi, taviz vermeyen, muhalif yanımızın, sisteme karşı olan şiddet yanlısı tavrımızın müziğe yansıması olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bu yansımayı hardcore formları içerisine sokmak mümkün. Hardcore sınırları oldukça esnek bir müzik ve bu konuda bizi yeterince özgür bırakıyor.

Besteler ve sözler kime ait?

Sözler bana ait. Şarkıları da bir iskelet halinde gruba ben sunuyorum, ortak katkılarımız sonucunda da, şarkılara hayat veriyoruz. Bazen sadece bir ritmden esinlenerek bile ya da doğaçlama olarak da şarkı yapabiliyoruz. Zaten Crunch’da doğaçlamanın büyük bir yeri var. Konserlerimizde doğaçlamaya oldukça büyük bir yer ayırıyoruz. Ayrıca albümümüzün son parçası ile cd’de yer alan artı iki şarkı doğaçlama olarak kaydedildi. Sadece cd’deki iki parça için sonradan üzerlerine vokal eklendi.

Lirikleriniz ne üzerine?

Şarkılarımızın hepsi politik, politik bir grubuz. Fakat bu bir “trend” ya da öyle olması “icap ettiğinden” dolayı değil. Bu gerçekten de politik bir kimliğe, politik bir karaktere sahip olmamızdan dolayı kaynaklanıyor. Gerçi diğer elemanlar benim gibi uç bir noktada yer almaktan kaçınsalarda, “politik grup” olmaktan dolayı biraz rahatsızlık duysalarda, kesinlikle apolitik değiller. Şarkı sözlerimiz, birebir Türkiye’de yaşadığımız olaylarla ilgili. 15 yıldır Kürt toplumuna karşı sürdürülen iç savaş, etnik kültürlerin asimileştirilmesi, Türkleştirilmesi, yok edilmesi, muhalif insanların sindirilmeye çalışılması, zindanlara tıkılması, zindanlarda öldürülmesi, gözaltında kaybedilmesi, yargısız infazlarla katledilmesi, açlık grevleri, ölüm oruçları, şarkıların genel konularını oluşturuyor. Yani anlayacağınız, ölüm, acı, gözyaşı, karamsarlık ayrıca bu olumsuzluklara karşı direnebilmek için öfke, nefret ve umut. Fakat bunları dile getirirken alışagelmiş slogancı sol bir söylemden özellikle kaçınmaya çalışıyoruz. Bir çözüm yolu getirmiyoruz veya tüm bu olumsuzlukların aşılabilmesi için mücadele edilmesi gerektiğini söylemiyoruz. Bu olaylara karşı olan salt nefretimizi, öfkemizi bazen kara mizahi bir şekilde, bazen de oldukça sert bir şekilde dile getiriyoruz.

Grup elemanlarının politik görüşlerinde bir ortaklık var mı? Yoksa, bu konudaki uyum nasıl sağlanıyor?

Sözler tamamen bana ait olduğu ve bir bakıma grubun “sözcüsü” sayıldığım için grup politik bir yapıya bürünüyor. Diğer iki elemansa, muhalif bir yapıya sahip olmalarına rağmen, grubun salt politik bir grup olarak bilinmesinden rahatsızlık duyuyorlar. Orkun için işin müzik yönü çok çok daha ağır basıyor. Enis de, anti otoriter bir kişiliğe sahip olmasına rağmen, grubun salt politik görünüşünden rahatsızlık duyuyor. Yine de bu konuda büyük bir tartışma yaşamadık; tabii bunda şarkı sözlerinin İngilizce olmasının da etkisi büyük.

Kasetinizle ilgili biraz bilgi verir misin? (Çıktığı şirket, kapak, kayıt, şarkılar vs.)

Albüm Kod Müzik’ten çıktı. Kaset ve cd formatında yayınlandı. CD’de kasetteki şarkıların yanı sıra artı iki tane parça yer alıyor. Bu iki parça fikri, albüm kayıtları sırasında ortaya çıktı ve kaset formatına şarkı uyumu, şarkı sıraları açısından uymadığı için sadece cd’de yer almasını uygun gördük. Yoksa albüm daha çok satsın diye değil!

Kayıtları Açık Radyo’da, kiraladığımız bas amphisi, davul ve arkadaşlardan ödünç aldığımız gitar, bas, gitar amphisi ve pedallarla yaptık. Anlayacağınız söz ve besteler dışında hiçbir şey bize ait değildi! Yine de bu şartlar altında en iyisini yaptığımızı düşünüyorum. Bu da tabii ki, albüm kayıtlarını yapan Ahmet Özgür ile mix ve mastering’i yapan Bülent Timuroğlu’nun sayesinde oldu.

Kaset ve cd tasarımları bana ait. Fakat bunların bilgisayara aktarılmasında ve bazı teknik konularda aynı zamanda Kod Müzik’in de grafik işlerini yapan Serdar Beyaz ile birlikte çalıştık.

Bu arada önemli bir nokta da, albümün tüm masraflarının Kod Müzik tarafından finanse edilmesiydi. Türkiye gibi hardcore “piyasası”nın neredeyse olmadığı bir ülkede, bir hardcore grubuna “yatırım” yapmak bence deliliktir!

Grubunuzun yurtiçi ve yurtdışı bağlantıları ne alemde?

Sevgili yurdumuzda neyin ne durumda olduğunu hepimiz gayet iyi biliyoruz. Hardcore müziği yapan, bu müziği dinleyen, fanzin çıkartan, fanzin okuyan insanlar oldukça az. Bu yüzden, bu faaliyetlere ilgilenen çoğu kişiyle bir şekilde temasım, bağlantım var. Fakat aramızda, az olmamızın getireceği bir bağ, muhalif (olması gereken!) gücümüzü birleştirecek bir duygu, düşünce alışverişi olduğunu düşünmüyorum.

Yurtdışında da, albümümüzü lisanslayabileceğimiz, plak formatında basabilecek, dağıtabilecek şirketlerle, DIY distrolarla, grubu ve albümü tanıtabilecek dergi ve fanzinlerle bağlantım var. Bunun dışında yurtiçinde ve dışında, grubun dışında bulunduğum diğer konumlardan dolayı olan kişisel bağlantılarım var.

Crunch neden bugüne kadar yeraltı ya da “yerüstü” herhangi bir röportaj yapmadı?

Crunch olarak üçümüz de, Türkiye’deki hardcore’un ve fanzinlerin başlangıcıyla birlikteki tüm süreçleri takip etmiş, içinde yer almış ve gelişmesine önemli şeyler katmış insanlarız. Açıkçası bizi tanıyan hiçbir kimse bunu inkar etmez. Fakat alternatif bir iletişim aracı olan fanzinlerde ikitelli medyasını aratmayan seviyedeki röportajlarda, insanların ahkam kesmeleri, egolarını tatmin etmeleri, bu insanların ilahlaştırılması, alanlarında “tek”, “en iyi”, “bilirkişi” olarak gösterilmeleri ve bu tip anlamsız bir “hiyerarşi” yaratılması açıkçası bizi grup olarak oldukça rahatsız ediyordu (hala rahatsız ediyor!) Bizim varlığımız hep yok sayıldı. Bizse, bu insanlarla, fanzinlerle ağız dalaşına girmektense konuşmamayı tercih ettik. Biz insanların röportajlarda değil, ürettikleriyle varolmasından yanayız. Bundan dolayı şu ana kadar ne albüm süreci öncesi Crunch, ne de diğer gruplarımız veya aktivitelerimiz hakkında herhangi bir dergiyle röportaj yapmadık (kardeş fanzinler arası paslaşmaları saymazsak!)

Albümümüzün çıkacak olması ise, albümü tanıtmak açısından birkaç dergiyle röportaj yapma ihtiyacı doğurdu. Fakat ne yazık ki (!) bizimle röportaj yapan ilk dergi siz değilsiniz! Alman-İngiliz ortak yapımı Interpol Times dergisi bizimle bir röportaj yapmıştı. Ayrıca şubat ayı ortalarında Açık Radyo’da bir müzik programına katıldık.

HC ahlakı sizin için ne ifade ediyor? Sence Türkiye’de bu etiğe uygun grup var mı? Türkiye’de olması gereken DIY piyasası için bu işin en iyi uygulandığı yerlerden, olması gerekenler için örnekler verir misin?

Kişisel cevabım; hardcore ahlakı benim için açıklık, muhaliflik, güçlü bir politik bilinç, egemen kültüre karşı alternatif yaşam tarzı, başlı başına bir altkültür, ticari anlamda amatörlük, özgünlük…sanırım daha birçok şey sayabilirim. Aynı şekilde fanzin kültürü için de aynı şeyleri söyleyebilirim. İkisinin de içeriği, amaçları aynı, kullandıkları araçlar farklı.

Zaten sayıları ikiyi, üçü geçmeyen yerli hardcore gruplarını “etiksizlik” ile suçlamak istemiyorum. Gerçi az olmak, eleştirilemez anlamına gelmiyor; ancak Türkiye sadece hardcore açısından değil, her alanda bir etiksizlik, kültürsüzlük, içi boşaltılmışlık yaşıyor. Bu bağlamda hardcore adına da aynı sorunu yaşamamız doğal. Etiksizlik konusunda hardcore gruplarını suçlamasam da, eleştirmesem de, sadece hardcore, punk ya da fanzin kültürü açısından değil, kendini altkültürlerin bir parçası olarak gören insanları, siyasi muhalif yapıdan yoksunlukla, aktif politik olmamakla, teslimiyetçilikle, sindirilmişlikle, apolitiklikle suçlayabilirim. Bu yüzden insanların tutarlı bir etiğe sahip olmasını bekleyemeyiz. Ayrıca bu altkültürler içerisinde “yer edinen” insanların genelde maddi durumlarının iyi olması, yaşadıkları maddi konformizm kendilerini apolitize eden, etiksizliştiren, başka “alem”lere götüren önemli bir diğer etken.

DIY yurtdışında sadece ticari anlamda bir “piyasa” değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı, bir hayat görüşü (işgal evleri, komünler, bağımsız plak şirketleri, distrolar, klüpler…) Ayrıca bu “gavurlar” politik yönden de oldukça aktifler. Anti-faşist gösterilerde, 1 Mayıs’ta, “özel günler” deki eylemlerde, hayvan hakları, çevre kirliliği ile ilgili gösterilerde hardcore, punk gibi altkültürlerin “mensuplarının” hep ön saflarda yer aldığını görüyoruz.

Biz de, bizim “altkültürcüleri” kitlesel ve etkin bir şekilde eylemlerde, 1 Mayıs’larda gördüğümüz zaman etik konusunda tartışabileceğiz.

Sence underground DIY piyasası kendi içinde sıkışıp kaldı mı? Yoksa yeterince insana ulaşabilmekte mi?

Underground, do it yourself (kendin pişir, eşe dosta yedir) hardcore,punk’ın amacı hiçbir zaman çok büyük kitlelere ulaşmak olmamalı. Ulaşmaya çalıştığı zaman, muhalif gücünü kaybedeceğine, sistemin çarklarına takılacağını düşünüyorum. Bir zamanlar DIY etiğini savunan, sahiplenen, kesinlikle taviz vermez dediğimiz Extreme Noise Terror, Total Chaos gibi grupların şu an nasıl bir konumda olduğunu, takip edenler bilir. Bu arada, muhalif gücünü -doğru- kullanarak “büyük kitlelere” politik yapısından, müzikal yapısından taviz vermeden “ulaşan” gruplar da var (Dead Kennedys, Crass gibi) Açıkçası insanlara ulaşmak konusunda DIY piyasanın kendi içinde sıkışıp kaldığını düşünmüyorum. Fakat müzikal anlamda özgünlüğünü yitirdiğini, etiksel anlamda kısırlaştığını, bu anlamda kendi içinde sıkışıp kaldığını söyleyebilirim.

Eğer Crunch büyük bir plak şirketiyle anlaşma imkanı yakalasa ve propagandasını büyük kitlelere yayma imkanı bulsa, bunu kullanır mı? Yoksa, yeraltı kalmayı mı tercih eder?

Aslında bu soruyu biraz açmak gerek. “Büyük bir plak şirketi”nden kastın multinasyonalist bir şirketse, örneğin Epitaph, Roadrunner, hayır. Fakat, büyük bağımsız, alternatif plak şirketlerini kastediyorsan, Alternative Tentacles, Dischord gibi, cevabım evet.

Açıkçası, amaç politik propaganda yapıp, büyük kitleleri bilinçlendirmekse, büyük plak şirketleriyle çalışmak, çok satmak yetmez. Multinasyonalist bir şirketle çalıştığınız zaman, ancak onların çizdiği çizgiye kadar “ajitasyon” yapabilirsiniz. Kendileri için bir “tehdit” ya da rahatsızlık oluşturmaya başladığınızda zaten sizinle çalışmazlar. Ayrıca eleştirdiğiniz, karşı olduğunuz sistemin, çarklarından birine para kazandırmak, çarkını yağlamak traji-komik bir durum olurdu.

İletişim, propaganda, ajitasyon konusunda müzik güçlü bir silahtır, önemli olan neyi nasıl kullandığınız, silahı kime doğrultuğunuzdur!

(Bu arada “F.E. modunu” kesinlikle destekliyorum.”F.E. modu”na geçen fanzincileri görüyoruz. Yakında “F.E. modu”nun ne olduğunu anlarsınız!)

Gelecekle ilgili planlarınız neler?

Crunch olarak bir albüm daha yapmak istiyoruz. Fakat bu tabii ki ilk albümün ilgi görüp görmemesine bağlı, çünkü bizim tek başımıza bir albümü finanse edebilecek maddi gelirimiz yok. Eğer bu albüm satışlar açısından başarılı olursa, yine Kod Müzik’ten bir albüm daha yaparız.

Fakat en azından 98 sonuna kadar Crunch olarak yeni birşey yapmak istemiyoruz. Çünkü gerçekten çok yorulduk. Bir süre sadece konserler, mektuplar ve promosyonla uğraşmak istiyoruz.

Bunun dışında, gelecekle ilgili kişisel beklentilerimiz oldukça farklı. Crunch’ın kadro açısından sağlam bir temeli olduğu söylenemez. Arkadaşlık ilişkilerimiz iyi, fakat hepimizin de dinlediği, etkilendiği, yapmak istediği müziklerin birbirinden farklı olması hepimizi gelecekle ilgili farklı noktalara itiyor.

Orkun, uzun zamandan beri, Crunch’ın eski basçısıyla birlikte new wave tarzında müzik yapıyor, aynı şekilde devam eder herhalde. Enis’inse müzikten beklentilerinin olduğunu zannetmiyorum. Ayrıca kendini hardcore yapmak için oldukça yaşlı görüyor!

Benimse müzikal anlamda gelecekle ilgili planlarım, bir yandan Crunch’ı sürdürmek, öte yandan Kürt Halk Müziği yapmak (hardcore ile Kürt Halk Müziği arasında ortak birçok nokta olduğunu düşünüyorum; müziğin yalınlığı, melodi yapısı, parça düzeni, ritmler açısından…Örneğin Rojbaş Gerilla ya da Şivan Perwer’den Leyla gibi şarkıların hardcore kalıpları içerisinde rahatlıkla yorumlanabileceğini düşünüyorum!)

Türkiye’de çıkan fanzinler hakkında ne düşünüyorsun?

Hardcore gruplarında olduğu gibi, fanzinler arasında da gerçek bir bağ yok. Bu kadar az olmalarına rağmen aralarında bir bağ olmaması, fotokopiyle çoğaltılan hemen hemen tüm dergilerin fanzin olarak adlandırılmasından dolayı kaynaklanıyor. Bir aralar fanzinler, fotokopi dergiler oldukça çokken, “fotokopi dergi mafyası” bir bakıma fanzinleri birleştirici, onları ikitelli gazabından koruyabilecek bir güç olmasına rağmen çoğu fanzinci, okuyucu, dışarıdan burnunu sokan medya yavşağı tarafından, sizinde yaptığınız gibi farklı yerlere çekildi, farklı yorumlandı.

Eskiden laf atılacak, küfür edilecek, okunacak, yorgan altında, yastık altında saklanacak birçok fanzin vardı. O zamanlar fanzin alırken ayrım yapabilir; sadece okumak istediklerimi alırdım (anlattıklarım sizlere 10-20 yıl öncesini anlatıyormuşum gibi gelmesin!!!, 3-4 yıl önceki durumdan bahsediyorum!) Artık çıkan tüm “fanzinleri”, aralarında küfür edilecekleri çoğunlukta olsa da, yakında “tarihsel bir değeri” olacağına “inandığım” için alıyorum, arşiv yapıyorum (insanlar gün geçtikçe daha da bireyselleşmesine, daha da kendi iç dünyasına çekilmesine rağmen, bireysel bir “hamle” olan fanzin çıkarma “geleneği” yavaş yavaş sona eriyor; çıkanlar da zaten bildiğimiz fanzinler) Tabii edebiyat, rock, metal “fanzinleri”, ikitelli-atlas kültürü arasında gidip gelen, samimiyetten uzak, ruhsuz, hangi safda yer aldığı belli olmayan Zem-gerzek, Dran, Aksak Kılavuz gibi dergimsileri satın almıyorum, okumuyorum.

Disguast, Gorgor, Güzel, Mondo Trasho gibi sevdiğim fanzinlerin (yapacak başka işleri olduğundan, söyleyecek sözlerinin kalmamasından, öküzlere saman vermeyi tercih ettiklerinden, mahalle fotokopicisinin kapanmasından dolayı…) artık yeni sayıları çıkmadığından, dönüp dolaşıp eski sayılarını okuyorum. Severek okuduğum diğer fanzinlerse, Eblek Hardcore(!!), %30…Ayrıca, bazı konular etrafında fazla dönüp dursanız da, çıkardığınız (ismini unuttum!) anarşist metal dergisini ve aktivitelerinizi zevkle takip ediyorum; aynen devam!

Son sözlerinle birlikte, şu kelimeler için düşündüklerini kısaca belirtir misin? (kaos, materyalizm, mao, marx, kadın, sanat, stalin, aşk, beze)

Sıkıcı sorular sormadığın için sağol! Umarım Crunch gibi gruplar, Dış Mihrak gibi fanzinler insanlar için birer “manifesto” olur da, biz de tekrar fanzinli, hardcore’lu günlerimize döneriz! Bu arada sana bir sorum ve senden bir isteğim var. Niye özellikle bu kelimeler hakkındaki düüncelerimi merak ettin?! Ayrıca senden, benim cevaplarımın altına bu kelimeler hakkındaki kendi görüşlerini eklemeni istiyorum!..

Kaos: Kaos denince anarşist kardeşlerimizin aklına ilk olarak neyin geldiğini, ayrıca yaratmak istedikleri ya da kendiliğinden olacak olan bu “kaos”un kaç bira seansından sonra gerçekleşeceğini merak ediyorum.

Materyalizm: Kastettiğin insan ilişkileri açısından materyalizmse, materyalist bir insan değilim.

Mao, Marx, Stalin: Amcaların benim için ne ifade ettiğini niçin sorduğunu biliyorum; fakat duymak istediğin cevabı vermeyeceğim. Mao, Marx, Stalin, Lenin (…) ile bir bağım var. Bu bağımı yaptığım ‘iş’lere de yansıtıyorum. Bu yüzden sizin gibi bazı mezhebi fevzacı muhterem gençler benim katı, otoriter solun savunucusu olduğumu düşünüyor olabilirler. Fakat aslında bu, “eleştirilemez”, “yargılanamaz” denilen düşüncelerin, “ikonlaştırılmış” kişilerin, kalıplaşmış jargonların, yine bu kültürün içinde yer alan fakat asla ihanet etmeyen ve etmeyecek bir insan tarafından yapılan ironisidir.

Kadın: İnsan varlığına bakışımdan farklı bir kadınlara bakış açım yok. Eşitlikçi bir insanım, seksist değilim. (bu arada, hardcore’un Türkiye’ye girmesiyle birlikte underground çevreye yerleşen “seksist-seksizm” kelimesini insanlar hep “seks düşkünlüğü” olarak algıladılar, oysa seksizm, kadın erkek ayrımcılığı demektir)

Sanat: Sadece “yaşadığım” daha doğrusu gördüğüm çevre, “içinde bulunduğum” “altkültür” açısından düşündüğümde, sanat denince, daha doğrusu sanatçı denince, güzel sanatlarda, akademide okuyan içi boş, dışı “marjinal”, “yanına yaklaşılamaz”, “erişilemez” insanlar, bienal-performans kabızları, atlas pasajı çocukları, engin Zen müziği dinleyicileri, kültçüler, kitschiler, eski anarşist bozması yeni che’ci “solcu” zanaatkarlar ve yazdıkça beni daha da sinirlendiren ve içimdeki şiddet duygularını kabartan birçok şey geliyor aklıma.

Aşk: Aşkı yaşamayı seven bir insanım, fakat aşk kelimesi de “sanat” kelimesi gibi sevmediğim kelimelerden biri. Aşk denince aklıma hep, “Yaşasın Anarşi, Yaşasın Aşk” ya da “Aşkın ve Devrimin Partisi”ndeki aşk kelimesi geliyor. Buralardaki “aşk”ın aşktan çok cinsel ağırlıklı olduğunu düşünüyorum. Bu sözleri ilk söyleyenlerin büyük olasılıkla böyle bir “amaçları” yoktu! Fakat özellikle yeni jenerasyon anarşistler ile legal parti solcuları tarafından aşkın bu tarafa çekildiğini görüyorum.

Beze: Beze denince aklıma “kan kusmak sırası sizlerde şimdi, korkak köpekler!”, Güzel mecmuası, beze çıkartmaları, “maaşallahlı” roland, 23 Nisan Konseri, Serhat ve konserlerde yaptığımız “haydi durma koş, zıpla çoş” beze dansları geliyor. Beze denince aklıma gruplar, fanzinler, konserler açısından en güzel ve en dolu günleri yaşadığımız 1994-1995 yılları geliyor.

 

DIŞ MİHRAK      KENDİ CEVAPLARINI  EKLİYOR !

Tolga’nın verdiği cevaplar beni oldukça tatmin etti. Söylediği nin aksine beklediğim cevapları aldım diyebilirim.

Bu soruları sormamın sebebi az buçuk Tolga’nın çizgisini tanıyor olmamdı. Soruların diğer kısmı ise başka insanlara da sorduğumuz ,hayatımızda önemli yer tutan olgular. Aşağıdaki cevaplar sayfa sıkıntısı yüzünden yeterince tatmin edici olmadı. Ama elimden geldiğince sorulara açıklık getirmeye çalıştım. Okuyun bakalım...

KAOS: Tolga’nın bu konudaki merakını maalesef ben yenemem. Bu konuda yardımcı olacaklar malum. Mekanları da belli. Dış Mihrak olarak mümkün oluğunca bu arkadaşlarla aramıza mesafe koymaya çalışıyoruz. Zamanla bizi takip eden insanlar aramızdaki farkı anlayacaklar. Kaos hakkında düşündüklerime gelince : Kaos hayatın dengesi ve onun dışındaki, insan tarafından uydurulmuş tüm düzenlere ters bir düzendir –ki insanlık kendi uydurduğu sistemlere ters olduğu için Kaos’a düzensizlik diyip işin içinden çıkmıştır. Asıl düzensizlik insanların yetersiz beyinlerinden çıkmış olan sistemlerdir. İnsanlık işleri karmaşıklaştırarak tıpkı Mesnevi’deki; “ kendini engin denizlere yelken açmış kaptan sanan ama aslında at sidiğinin üstündeki saman çöpünde bir oraya bir buraya sürüklenen sinek” durumundaki zavallıya döner. Yani objektif bakış açısı (possitivism) insan ve evreni arasındaki bağlantıyı değerlendirdiğinde düzensizliğin aslında hakiki düzene gebe olan anlaşılırlığı üst düzey idrak isteyen bir harikulade yapı olduğu anlamına gelir. Haddini bilmeyen insan hem tüm insani sistemleri işkence haline getirir hem de bunu doğaya da yansıtarak herşeyi mahfeder. Kaos arayışı aslında yanlış anlaşıldığı gibi düzene karşı yıkıcı bir başkaldırı değil; kelimenin gerçek anlamıyla “insan” gibi yaşamayı hedeflemeyen insanımsılara karşı bir isyandır.

MATERYALİZM: Tolga’ya sorduğum soruda kastettiğim materyalizm insan ilişkileri açısından değil evreni ve varoluşu algılamayla ilgili materyalizmdi. Ben ise materyalist ve pozivitist değilim. Bilim ise bana oldukça aciz geliyor.

MAO,MARX,STALİN: Bu soruyu kısaca kısaca kestirip atmak zor. Her ne kadar düşüncelerine katılmasam da günümüzde asıl tartışılması gereken bu insanları izleyen dinazorlar ve onların düşünce tarzlarıdır. Eminim bu insanlar bugün yaşıyor olsalardı düşünceleri geçmişe oranla çok farklı olurdu. Ama ne yazık ki tecrübelerle dahi kanıtlanmış bazı gerçekler (devrimin özgürlükçü yöntemlerden çok otoriter yöntemlerle olamayacağı gerçeği gibi) bu sosyalist dinazorlar tarafından yadsınıyor. Asıl merak ettiğim ise Tolga’nın bir dinazor olup olmamasıydı. Sanırım istediğim cevabı da aldım. Ancak Stalin ve Lenin gibi katillerin yaptıklarını unutmamız ve affetmemiz söz konusu olamaz. Tarih olanları bize daima hatırlatacaktır.

Bu arada bir sınıfa dahil edilmek beni rahatsız ediyor (fevzacı gibi).İllaki bir şey denilmesi gerekiyorsa bu “Dış Mihrak‘çı” olabilir. Çünkü Dış Mihrak’ı elimizden geldiğince manifestomuzun dışa yansıması olarak meydana getiriyoruz Diğer hareketler ve gruplar ile farklı düşüncelere sahip olmak bizi onlardan ayırır.

KADIN: Aslında bu konuda öğrenmek istediklerim daha farklıydı. Sanırım hatayı soruyu yanlış sorarak yaptım. Asıl amacım kadın ve erkek arasındaki özyapısal (bu kelime sözlükte olmasa da yeterince açıklayıcı) farklılıklar üzerine bir şeyler duymaktı. Bu açıdan bakıldığında kadın ve erkek başka gezegenlerden dünyaya ışınlanmış birbirlerini tamamlayan iki farklı yaratık gibi geliyor bana. Gene aynı bakış açısı eşitlikçi bir görüşü samimiyetsiz ya da yanlış kılıyor. Tolstoy’un bu konuda ki görüşlerini beğendiğimi söyleyebilirim. Sadelik ve yalınlık Tolstoy’un en sevdiğim özelliklerinden biri ve Tolstoy bu özelliği kadına bakış açısında da kullanarak işin içinden gayet iyi sıyrılıyor. Birbirini tamamlayarak evrenin dengesini bozmayan bu iki tür bugün modern dünya adına genetik bilimini kullanarak dengeyi alt üst etmek istiyor ama kaosun buna izin vermeyeceğini anlayamıyorlar.

SANAT: Bu konuda Tolga benim söyleyeceklerimi gayet iyi özetlemiş. Tek ekleyeceğim Sosyal Demokrat Dadaistlerimize!!, Beyoğlu entellektüellerine ve Üniversite lerimizdeki kendilerini bildiklerinden beri sanat ile iç içe olan bu vatan evlatlarına başarılar dilemek.

AŞK: Bu karışık bir konu. İnsanın fikirleri her an değişebilir. Bu konudaki en sağlıklı fikirlerin aşık olunmadığı (Tek eşsiz olarak yaşarken de diyebiliriz) zamanlarda yumurtlanabileceği görüşündeyim. Eski tecrübelerime dayanarak aşk için eroinden daha tehlikeli bir uyuşturucu diyebilirim.(Bkz bazı Turgenyev romanları

En azından eroin’in öldürme ihtimali var. Ama aşk daima süründürür. İnsan ne tür bir deliliğin içine düştüğünü ondan kurtulduktan sonra anlıyor. Eğer gözün bir insandan başkasını görmüyor (hayvan da olabilir (Zoofili), her dakika onunla olmak istiyor, kendin için hiç bir şey yapmıyor ve düşüncen yüzeyselleşip gerçekleri görmeni engelliyorsa ÖL DAHA İYİ!!! Sanırım bu tanımın dışında başka bir aşk tanımı daha olmalı. Dizginlerin kaçırılmadığı ama an meselesi olduğu bir aşk. Her neyse ben böyle bir aşkı pek yaşamadım. Sonuçta burada yazılan aşk tanımları benim için böyle ve kimseyi bağlamaz. Üçüncü aşk tanımına şu an için girecek kapasiteye sahip değilim. Ama aslolan aşk o olsa gerek.

Tolga’nın bahsettiği legal parti ya da anarşist sloganı aşk ise herşeyi affeden aşk olsa gerek. Tolga ile bu konuda da aynı görüşleri paylaşıyorum. Benim aşkım ise herşeyi affetmez.

BEZE: 94 – 95’in bezeli günlerini bende görmek isterdim. Garip bir şekilde her geçen gün hayat biraz daha zevksiz ve eski günleri aratır hale geliyor. Belkide yaşlandığımız için böyledir. Ama dünyanın haline bakarsak bu biraz da normal.Herneyse umarım Serhat bezelerini ve Güzel Mecmuasını daha fazla özlettirmez. Bu diğer tüm işe yarar Fanzinler için geçerli. Cevaplarım bu kadar umarım sıkmamıştır.